''Aklından Bir Sayı Tut''un damağımda bıraktığı eşsiz lezzetten sonra serinin ikinci kitabın okumasam olmazdı. Gözlerini Sımsıkı Kapat, Aklından Bir Sayı Tut gibi en başında heyecanlandırmadı ama gitgide yükselen tempo beni neredeyse bir önceki efsane roman kadar etkisi altına almayı başardı. Yazarın mantığını az çok çözmüş olduğumdan mı yoksa okuyucu kimliğimi bir yana bırakıp gerçek bir dedektif gibi düşünmeye çalıştığımdan mı bilmiyorum ama dikkatle okurken 150.sayfaya gelmeden olayın kilit noktasını çözmüştüm. Geri kalan 400 sayfada haklı mıyım yanılıyor muyum merakıyla okudum. Aslında kitabı taze okumuş birileriyle karşılıklı yorumlaşmak güzel olurdu, zira yeni başlayacakların heyecanına zeval verecek tüyo vermekten kaçınarak yorum yazmak kolay değil. :)
Kuvvetle muhtemel bir süre sonra romanda anlatılan olayı unutacağım ama okurken hissettiklerimi unutacağa benzemiyorum. Zaten unutmamak için yazıyorum.
Baş kahramanımız Dave Gurney adeta evimizin dedektifi oldu ama eşi Madeleine'i de en az Gurney kadar sevdim. Onun soğukkanlılığını, sabır ve anlayışını okudukça içimden ''Her süper dedektifin arkasında bir Madeleine olmalı.'' dedim. İşte bu yüzden kitabın finalinde dedektifimizin, kendisine gülümseyerek bakan eşi Madeleine'ciğim için içinden şunları geçirmesi gözlerimi parlattı, tebessüm ettirdi: ''...Gurney her şeyi bu derece apaçık gören, gözlerinde dünyanın tüm ışıklarına sahip birinin kendisini bu türden bir gülümseme bahşedilecek değerde bulmasına şaşıyordu. Bir erkeğin hayatın güzel olduğuna inanmasını sağlayacak bir gülümsemeydi bu.''
İçerdiği bol miktarda tasvire rağmen sıkmayan; aksine tasvirlerin anlatımı daha etkileyici ve hayal gücünü daha canlı kıldığı Gözlerini Sımsıkı Kapat'ın sonuna geldiğimde şahane bir yolculuk bitmiş ve sevdiğim yol arkadaşımdan ayrılıyormuşum gibi hissettim. Yaptırdığı beyin jimnastiği ve hissettirdiği heyecan için John'cuğum Verdon'a gıyabında teşekkür ederim. :)