Son zamanlarda beni müthiş biçimde içine alan, kalemine
hayran bıraktıran, bir günde bitirmiş olsam da gün içinde mecburen elimden bıraktığımda
özlediğim bir kitap olmamıştı tâ ki ‘’Bir Adam Yaratmak’’ı okuyana dek! Necib
Fazıl beni bir kez daha zekâsı ve kalemiyle büyüledi.
Bu kitabın methine defalarca rastlamıştım ama okuduğum hiçbir övgü
yeterli değilmiş, kendim okuyunca fark ettim. Benim övgülerim de yeterli olmayacak.
Bir Adam Yaratmak’ı okumaya başladığınız anda kendinizi bir
tiyatro salonunda buluyor; soluk alıp vermekten çekinircesine pürdikkat
izliyor, sonunda da ayağa fırlayıp coşkuyla alkışlama hissinden kendinizi
alamıyorsunuz. En azından bende bu hisleri uyandırdı.
Bugüne dek okumuş olduğum piyeslerin en iyisi olan Bir Adam
Yaratmak’ta Husrev’in ruh çilesine şahit oluyorsunuz. Hatta şahit olmakla
kalmayıp bunu birebir içinizde yaşıyorsunuz. Sahnedeki sizsiniz sanki, Husrev
sizsiniz. Sahnedeki biziz aslında, Husrev biziz.
Piyes türünde yazılmış bu şaheseri tiyatroda ilk kez sergileyenlerden Muhsin Ertuğrul, Husrev karakterini ateş içinde kavrularak oynamış. Ben de aynı hislerle okudum; boğazımda ateşten dev bir yumrukla..
Konusundan detaylı
bahsetmek istemiyorum ki heyecanı korunsun. Husrev’in ruh çilesinin tezahürü
olan birkaç cümleyi şuraya bırakıp yazıyı sonlandırıyorum:
*’’Çok yalnızım. Yalnızlığımı gidermek için aldığım her
tedbir, yalnızlığımı çoğaltmak oluyor.’’ sf.36
**’’Dostluk! O bir maymuncuk, o bir hırsız anahtarı!
Evimizin kapısını açıyor, ruhumuzun kapısını açıyor, ne bulursa yakıp kül
ediyor. Ne bulursa pazarda satıyor.’’ sf.66
***’’Dünyam elimden gidiyor. Bir el, altımdan bir şey
çekiyor. Bir masanın örtüsü gibi bir şey. Onu çekiyorlar, her şey devriliyor.
Her şey, onunla beraber kayıyor.’’ sf.67
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder