19 Nisan 2017 Çarşamba

Oyuncak Tamirhanesi



*''İnsanın, kelimenin tam anlamıyla insan olması Rabbinin esmasına ayna olabilmesiyle mümkün oluyor ise eğer, alemler Rabbinin bu ismi de insanın iç dünyasına ve davranışına yerleşmiş olmalıdır. Allah Rahîm ise, kula da yakışan merhamettir. Allah Cemîl ise, kula da yakışan, işini güzel yapmaktır. Allah Âdil ise, kul da adaleti gözetme durumundadır. Allah Afuvv ve Gafûr ise, kul da affedici ve bağışlayıcı olmalıdır. Ve Allah Settar ise, kulları da sırları örten, ifşa etmeyen kişiler olma durumundadır.'' sf.109

*''...Ey yeryüzü kadınları! Olmak istiyorsanız, görünmek zorunda değilsiniz! Hele ki güzel görünmek zorunda hiç değil!..'' sf.128

*''Kadın cemâli, erkek celâli temsil eder. Bu ikilinin helal ve meşru dairede buluştuğu aile hayatı ise, ortaklaşa bir 'kemâl' yolculuğudur.'' sf.150

Nefsimizi; dolayısıyla Rabbimizi bilmek için getirildiğimiz şu imtihan dünyasında, nefsini bilen samimi kalp sahiplerinin eserlerini okumayı çok seviyorum. Metin Karabaşoğlu'nun deneme türündeki kitabı Oyuncak Tamirhanesi'nde kâh içimden geçenlerin yazıya dökülmüş halini buldum; kâh fikir heybeme yeni güzellikler kattım. Neresinden baksanız zaman ayırdığıma değdi. Okuma boyunca kalemimi neredeyse hiç elimden düşürmediğim Oyuncak Tamirhanesi'ni ufkunu ve dahi kalbini genişletmeye talip olan herkese tavsiye ediyorum.


20.04.2017

18 Nisan 2017 Salı

Kurt Gölü

Kurt Gölü'nü okumamla birlikte David Gurney serisini tamamlamış oldum ve artık rahatlıkla şunu söyleyebilirim: En iyi romanının ilk romanı olması bir yazar için bir nevi şanssızlık olsa gerek. Gerçi bu şahsi hissim olduğuna göre yazar için değil okur olarak benim için şanssızlıktı. Diğerlerindeki kurgu zekasının da hakkını yiyemem ama hiçbiri Aklından Bir Sayı Tut gibi baştan sona kadar heyecanla okutamadı kendini. Bazısı ilgimi tam anlamıyla 100'lü sayfalarda yakalarken Kurt Gölü'nde bunun için 300'lere kadar sabretmem gerekti. Geriye kalan 170 sayfa kendini nihayet bir solukta okuttu.


Serinin son kitabı olan Kurt Gölü diğerlerinden bir yönüyle daha farklıydı; diğer kitaplarda Madeleine için en az Dave kadar cesur ve zeki bir portre çizilirken Kurt Gölü'nde olaylara daha aktif biçimde dahil olduğu ve geçmişiyle yüzleşme süreci yaşadığı için kaprisli ve biraz itici bir Madeleine ortaya çıkmış. İnsanlık hali dedim sineye çektim lakin önceki kitaplardaki Maddie'yi özlediğimi de belirtmek isterim. 


Yorumumu bitirirken bir de tavsiye: Eğer benim gibi geceleri köpeklerin havladığı ve baykuşların öttüğü bir mahallede yaşıyorsanız Kurt Gölü'nü geceleri okumayın.:)

11 Nisan 2017 Salı

Butimar



Bir roman ne kadar sürükleyici olabilirse o kadar sürükleyici ve bir kitap en fazla ne kadar güzel bir Türkçe'yle yazılabilirse o kadar güzel bir Türkçe'yle yazılmış bir şaheser bana göre Butimar. Olayların işlenişindeki akıcılık ve beni gerçek hayattan koparıp kitabın iki kapağı arasında ustalıkla ağırlaması bir yana sırf yaşattığı edebi şölen için de tavsiye edebilirim Butimar'ı. Okuma boyunca uçlu kalemim elimden düşmedi ve dudaklarımı mesken tutan hüzünlü tebessümlerim yerinden kıpırdayamadı.

Yazarlardan birinin ''ödünç vermek istemediğim kitaplar'' listesi varmış. Öyle bir listem olsaydı bu kitap ilk sıralarda yer alırdı ama tabi ki canım dostlarıma ''Bunu okumalısııın!'' diyerek kitabı teklifsiz vereceğim.:) Konumuza dönersek, diğer roman yorumlarımda olduğu gibi bunda da spoiler (tatkaçıran) vermemek adına konudan ziyade bende uyandırdığı hislerden bahsedebilirim en fazla. Konusu birkaç kelimeyle kitabın arka kapağında şöyle özetlenmiş: ''Savaş, aşk, simya, büyü, göç, devrim, sefalet ve dostluk.'' Tüm bu konular içinde aşk, Yusuf'un Butimar'a yazdığı mektuptaki gibi olsaydı ya da öyle kalsaydı bu aşkı sevebilirdim ama okursanız göreceksiniz ki tüm suret aşkları gibi bu aşk da bir yanılsamadan ibaret olup nazarımda sınıfta kaldı. Oysaki bahsettiğim mektup şöyle başlıyordu: ''...Güzelliğin şahsi değil Allah'tandır ve ben O'nunla dostum.'' Membaından uzaklaşsa da bu aşkın ve Yusuf'un zehirli simya tutkusunun akıcı anlatımına tek kelimeyle vuruldum.

Romanın öne çıkan karakteri Yusuf ise de benim kahramanım Behzad. Onu daha fazla okuyabilmek isterdim diye düşünürken kitabın son cümlesi hüzünlü ve tatlı bir sürpriz oldu. Gülümsetti.
Birkaç sene evvel Uçurtma Mevsimi adlı hikaye kitabıyla kalemini sevdiğim genç yazar Kaan Murat Yanık'ı romandaki hünerinden dolayı da tebrik ediyor, yeni çıkacak kitaplarını dört gözle bekliyor ve bu yorumu okuyan herkese kitabı şiddetle öneriyorum.

11.04.2017

5 Nisan 2017 Çarşamba

Kuşlar Yasına Gider



Halihazırda okumakta olduğum bir kitap varken bulunduğu yerden ''beni oku'' diye göz kırpıp durmasına daha fazla kayıtsız kalamadım ve iki kitabı birlikte götürmeye karar verdim ama Kuşlar Yasına Gider geriden gelip ani bir deparla rakibini solladı geçti. Yüreğimde izler bırakarak geçti yahut yüreğimdeki izleri deşerek geçti.. Ne yazsam bilemiyorum kitap hakkında. Aslında okurken hafızamda nice hatıra canlandı ama kalbimdeki sandığın kapağını açarsak gözlerim bulutlanır, yağmur yağar. Okurken bulutlar geçti zaten; şimdi yeniden ıslanmak istemiyorum. Kitabın arka kapağında yazan şu cümleler kitapla ve okurken neler hissettiğimle ilgili yeterince bilgi veriyor: 

''Pırıl pırıl ışıyan Türkçesiyle Hasan Ali Toptaş, 

Kuşlar Yasına Gider’de romancılığına yeni bir boyut katıyor: anlatmıyor, söylemiyor; nefeslendiriyor. 
Kadirşinas otlarının mırıltısını, of dememenin ilmini, 
eldeyken kıymetini bilmenin erdemini, ömürden giden 
günlerin sabrını okudukça zihnimiz, gönlümüz havalanıyor. 
'Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır' sözü 
yankılanıyor kulaklarımızda. 
Kuşlar Yasına Gider; atların koşması kadar doğal, kaleme 
iç çektirecek kadar merhametli bir roman.''

İnsanlık ve ölüm üzerine hüzünlü bir tefekkür niyetine bu merhametli romanı okumanızı şiddetle öneririm.

05.04.2017

2 Nisan 2017 Pazar

Kün



Haftalardır kitap okuyabilecek uygun vakit ve rahat zihin bulamayan kardeşinize ilaç gibi geldi Kün. Bunca dağınık zihne bir de ite kaka giden bir kitap denk gelseydi kitaplarla aramda açılan mesafe zor kapanırdı herhalde. Kün son derece sürükleyici, hem eğlendiren hem de hüzünlendiren ilginç bir roman. Sezgin Kaymaz'ın kalemiyle niye daha önce tanışmadım, dedirtti. Üsluplarının birbiriyle alakasının olmadığı halde İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'ndan aldığım tada benzer bir tat aldım Kün'den, belki de ikisi de başarılı birer fantastik kurguya sahip olduğu içindir.
Kün'ün beni kitabı tavsiye etmekle etmemek arasında kararsız bırakan bir yanı var; çok çok fazla argo ve küfür içermesi. İlk 16 sayfayı nasıl okuduğumu bilemedim. Kitap benim için 17. sayfada başladı. Lakin havada uçuşan küfürler sonrasında da devam ediyor. ''Karakterler öyle konuşuyor, n'apak?'' denmesin, rica edeceğim. Konuşmasalarmış. Adaba aykırı tek bir kelimeyi ne gerçek hayatta duymaya, ne de birilerinin muhayyilesinden okumaya tahammülüm var. Bu durum maalesef Kün'ü okurken tadımın sık sık kaçmasına sebep oldu. 
Romanı çok seven @enaryo 'cağzımın emanet selamını Çeto'ya karşıma çıktığı ilk anda ilettim. Bu arada Çeto'yu hiç öyle hayal etmemiştim. :) Bundan sonra okuyacaklara da benden emanettir, Ömer'in başını okşayın benim için.